Sel Gider, Kum Kalır
Emine Uçak Erdoğan — Gazeteciyim. Uzun yıllar farklı gazete ve dergilerde çalıştım bir yandan da sivil toplum alanında gönüllü ve profesyonel çalışmalar yürüttüm. Toplumsal sorunların keşfedilişi, gündemleştirilmesi ve savunuculuk gibi konularda gazetecilik ve sivil toplum alanının birbiriyle bağları olduğunu düşünüyorum. Gazetecilik çalışmalarım da genel itibariyle hak gazeteciliği alanında yoğunlaştı; son yıllarda da iki yönümü de buluşturan sivil toplumun bağımsız mecrası olan Sivil Sayfalar’da çalışmaktayım. Aynı zamanda Medyascope TV’de sivil meydan isimli bir program hazırlayıp sunuyorum.
Giresun’da 23 Ağustos’ta sel felaketi yaşanırken, bir yıl önce temmuz ayında selin vurduğu Akçakoca’nın köylerinde Sellerin Kadınların Gündelik Maliyeti projesi kapsamında çekim yapıyorduk. Sel gitmiş kum (yöresel söylenişiyle) mim kalmıştı… Aradan bir yıl geçmesine rağmen selin izleri hem insanlarda hem de tabiatta açıkça hissediliyordu. Özellikle de kadınlarda bıraktığı izler, travma boyutundaydı. “Her yağmur yağdığında korkuyoruz” diyordu kiminle konuşsak. Üzerinden bir yıl geçmesine rağmen Esmahanım Köyü’nün aşağı mahallesinin henüz yolu ve köprüsü inşa edilmemişti. Araçlar sığ derenin içinden geçerek köye ulaşıyordu yayalar için de eğrelti bir asma köprü konulmuştu. Yolu, çevre düzenlemeleri nispeten düzelen bölümde ise, selde zarar gören evlerdeki hasar durumu ve kamulaştırma mevzuları da henüz çözülmemişti.
Aşağı mahalleden bir evin selden önceki haliyle şimdiki hali; yaşananların boyutunu göstermeye yeter. Üstelik bir nebze şanslı bir aileden söz ediyoruz, sele kapılan evin içinde değillerdi. Ama bir gün sonrasında köye ulaştıklarında
gördükleri manzaraya karşı hissiyatlarını tahmin etmek zor değil.
İklim krizi hep kuraklık üzerinden ele alınıyor. Ancak bazı bölgelerde özellikle de yaz aylarındaki yoğun dolu, yağmur yağışı ve sel baskınları da krize dahil. Düzce ve Adana görüşmeler yaparken, sellerle ilgili sıklıkla duyduğumuz ‘yıllardır böyle bir yağmur yağmamıştı’, ‘hiç böyle yağmur görmedik’ cümleleri tam da bu krizin yansımasının izleri… Meteorolojik gözlemler Türkiye’de fırtına ve sel/aşırı yağış ile don sayısının giderek arttığını ortaya koyuyor.
Sellerin bu boyutu henüz hiç konuşulmuyor. Dere yataklarındaki yerleşim, bireysel tutumlar üzerinden değerlendiriliyor. Son yılların kalkınma politikasının hem doğal hem de şehir alanlarına etkileri hep gözardı ediliyor. Sellerin artmasındaki iklim krizi boyutu, maliyetleri arttıran ihmaller, kayıpları önleyecek çözümler sadece akut zamanlarda değil tüm süreçlerde gündemde tutulmalı. Şehirlerin alt yapılarının iklim krizi dikkate alınarak gözden geçirilmesi iyileştirilmesi bu bağlamda hayatiyet taşıyor. Avrupa başta olmak üzere dünyadaki bir çok ülkede şehirlerin alt yapısının iklim krizi göz önüne alınarak gözden geçirilmesi için projeler üretildiğini görüyoruz. Özellikle kıyı ve kanal kentleri için bu hazırlıklar seferberlik boyutunda.
Çalışmada genel itibariyle sellerin kadınların hayatına maliyetlerine odaklandık. Ama can kaybı başta olmak üzere sellerin tüm kesimler için maliyeti yüksek. Ve önlemlerin oluşma anında değil önceden bulunması gerekiyor. Çünkü yaşandığı anda karşı durulabilecek, korunulabilecek bir afet değil; sel…