Pandemide Tarlada Olmak
Gonca Tokyol — Gazeteci. Farklı yerli ve yabancı yayınlarda muhabir, editör ve yönetici görev yaptı, 2020 yılı başından bu yana bağımsız gazeteci olarak çalışıyor. Dedesinin tarlasından çıkan biçerdöverlerinin nereye gittiğini merak ettiği zamanlarda sorduğu soruların cevabını gazeteci olarak da merak etmeye devam etti. Project Zoom’un desteğiyle, foto muhabir Osman Örsal’la birlikte uzun süredir akıllarında olan Proje Ref’i başlattılar. Proje Ref’te Türkiye’de tarımın mevcut durumunun şablonunu çizmek ve sürdürülebilirlik, iklim krizi ile toplumsal cinsiyet eşitliği başlıklarında yeni tartışma zeminleri oluşturmayı hedefliyorlar.
Osman Örsal — Gazeteci. Uzun yıllar AP ve Reuters gibi ajanslarda foto muhabir olarak çalıştı, son 2 yıldır bağımsız projeler yürütüyor ve foto muhabirlik yapmaya devam ediyor. Proje Ref’in görsel içeriğini üretiyor ve yönetiyor.
“Var tabii hastalananlar, olmaz mı. Söylemez ama insanlar, kaldığın yerde tepki görürsün çünkü. Bir kişi hastalansa herkesi karantinaya alırlar, kimse çalışamaz, para da olmaz. Saklıyor o yüzden insanlar.”
Adana’nın sıcağını görüp yemeğini yiyince, buradaki insanların gazetelerin üçüncü sayfalarına bu kadar çok çıkmalarına sebep olan ‘tezcanlılığını’ daha iyi anlıyorsunuz.
Sultan Abla, Doğankent’in biraz ilerisindeki ‘çadır mahallelerden’ birinde yaşıyor. 20 senedir mevsimlik işçi olarak Adana’da çalışıyorlar, neredeyse 15 yıldır da yaz kış, tarlaların arasından geçen su kanalının hemen kenarına kurdukları çadırdalar, memleketleri Siverek’e ya düğünlerde ya da cenazelerde gidiyorlar.
Birbirine komşu çadırlar arasında dolaşanların hiçbirinde maske yok. Tuvaletler çadırların kenarına kurulduğu toprak yolla sulama kanalı arasında kalan dar alanda duruyor, su ya da kanalizasyon yok. Evin tek suyu da zaten çadırın önündeki toprak alana idareten konmuş çeşmeden geliyor. Çadırın arkasında, kuru sazlardan yaktığı ateşin üzerinde ekmek pişiren Sultan Abla’nın bulaşıkları yıkadığı su da, arka komşusunun keçilere verdiği su da aynı idareten konmuş çeşmeden geliyor.
“İnsan hastalanmaktan korkar burada” diyor Sultan Abla. Herkes korkmaz mı zaten diyorum, “Yok” diye cevap veriyor: “Sen şimdi mesela İstanbul’da hastalansan, -aman hastalanma da, evde girer yatarsın, gerekirse hastaneye gidersin. Evde akan suyun olur, üşürsen kaloriferi yakarsın. Burada hastalansa aç kalır insan. Herkes günlük yaşıyor, çalışacaksın ki para gelsin. Un yok, yağ yok, şeker yok. 15 gün evde tutamazsın kimseyi, çalışmazlarsa aç kalırlar.”
Kalkınma Atölyesi’nin COVID-19 salgınında dünyada ve Türkiye’de mevsimlik gezici ve göçmen tarım işçilerine ve onların çocuklarına ilişkin yürüttüğü çalışmanın sonucunda yayımladığı “Salgında Ötelenenler” başlıklı rapora göre, koronavirüs salgını tüm dünyayı sarsarken; temel hizmetlere erişimde sıkıntı yaşayan, yoksul ve yoksun, il ve ilçe merkezlerine uzak kırsal bölgelerde yaşayan, eğitim veya bilgi kaynaklarına erişimi kısıtlı olan, ayrımcılığa uğrayan kişiler veya topluluklar yaşanan salgının sonuçlarından en sert biçimde etkilendiler.
Türkiye’de mevsimlik gezici tarım işçilerin konakladığı alanlar olan geçici çadır yerleşimlerinin yaşam merkezlerinden uzakta, ücra, tarla kenarlarındaki yerlerde olduğunun hatırlatıldığı raporda, bu yerleşimlerde kriz durumları söz konusu değilken bile sınırlı ve sorunlu olan eğitim ve sağlık gibi temel hizmetlerin verildiği kurumlara erişimin Covid-19 salgını süresince tamamen kesintiye uğradığı belirtiliyor.
Türkiye’de her yıl tarımsal üretim faaliyetlerinde çalışmak için aileleri ve çocukları ile birlikte yollara düşen yaklaşık yarım milyon insanın “Virüs mü, açlık mı” ikilemine düştüğünü kaydeden Kalkınma Ajansı’na göre, salgınla mücadele kapsamında alınan tedbirlerin odağında da işçi sağlığı ve iş güvenliği değil, tarımsal üretimin aksatılmadan yürütülmesi ve gıda arzının güvenliğinin sağlanması vardı.
Adana’daki narenciye bahçelerinde, domates, biber, karpuz bostanlarında, susam tarlalarında çalışan mevsimlik işçilere göreyse salgın döneminde yaşanan sorunlar, hastalığın bulaşmaması yönünde alınan tedbirlerin yetersizliğiyle sınırlı değil.
Hasat döneminin başında ülkede seyahat kısıtlaması olduğunu hatırlatan işçiler, uzunca bir süre belirsizlik yaşadıklarını, yola çıkıp çıkamayacaklarının belli olmadığını, sonrasında da yapılan düzenlemeler sebebiyle seyahat masraflarının her zamankinden yüksek olduğunu söylüyor.
Adana Yüreğir Ziraat Odası Başkanı Mehmet Akın Doğan da kent dışından gelen işçilerin yolcu taşımacılığı prosedürlerinde koronavirüs sebebiyle yapılan değişiklik nedeniyle masraflarının arttığını ifade ediyor. “Araçlarda daha az yolcu taşınması zorunluluğu getirildi, o sebepten bazı aileler buraya gelirken bir araba yerine birkaç araba tutmak zorunda kaldı, bu da ulaşım maliyetlerini artırdı” diyen Doğan, bunun dışında alınan tedbirlerle birlikte kent genelinde verimli ve hastalığa rastlanmayan bir hasat dönemi geçirdiklerini belirtiyor.
Kendisi de tarımla ilgilenen Ziraat Odası Başkanı Doğan, tedbirlerden bahsetse de Adana’nın çevresindeki verimli toprakları gezerken, tarlalardaki işçiler arasında herhangi bir önlem alındığını görmek mümkün değil.
Adana kent merkezinin güneyinde kalan, Seyhan Nehri’nin kıyısı boyunca Akdeniz’e kadar uzanan tarlalardan birinde biber toplayan Sina Aşar, “Mümkün değil bu sıcakta maske takmak zaten ama gelip maske takın, şunu yapın bunu yapın diyen de yok. Kimse bizi gelip ne yapılması gerektiğini söylemez zaten, bir tek çavuş gelir, arabaya binin der bineriz. Aranızda mesafe olsun dendi bize ama çadırlar hep dip dibe, su yok, kanalizasyon yok; olmaz mı öyle yerde hastalık” diye konuşurken, biraz ileride onunla birlikte biber toplayan eşi de kafasını sallayarak Aşar’ı onaylıyor.
Tarladaki durum Aydın’ın etrafındaki topraklarda da farklı değil. Gülüşlü’de bamya toplayan Hasret, “Kimse korumaz seni burada hastalıktan, sen kendini koruyacaksın. Hastalanır yataklara düşersen çalışamazsın, çalışmazsan da aç kalırsın” derken; Merve de dayıbaşı “Eve git” der diye korkusuna öksürüğünü, hapşırığını gizlemeye çalışanlar olduğunu anlatıyor.
Eskişehir’in bir zamanlar arpa ve buğdayla, şimdiyse çokça mısırla kaplı tarlarının arasında konuştuğumuz çiftçi Yaşar Ekinci’yse koronavirüsten çok harman dönemi bittiğinde borçları ödeyememekten korkuyor. “Elime para kalmıyor zaten kaç senedir. Pancarın parası yattı mı, önce o para gelene kadar aldığım borçları kapatıyorum ki seneye de borç istemeye yüzüm olsun” diyen Ekinci’ye göre, koronavirüs salgını insanların yediği yemeklerin önemini anlamasını sağladı ama o yemekleri üreten çiftçilerin, işçilerin halihazırda zor olan koşullarının virüsle birlikte ne kadar ağırlaştığından kimse haberdar değil.
Türkiye ve tüm dünyayı etkileyen koronavirüs salgını, insanlık tarihinin daha önceki kriz dönemlerinde de görüldüğü üzere gıda ve tarım başlıklarının hayatiliğini bir kez daha gözler önüne serdi. Evlere kapanılmasının ardından kentlerde yaşayan birçok kişi apartman hayatının onlara sağladığı imkanlar dahilinde balkonlarda ya da pencere önlerinde domates biber yetiştirmeye başlarken, tarım sektöründe ise salgının etkileri üretimin her kademesinde hissediliyordu.
Mevsimlik tarım işçilerinin salgın öncesinde de standartlara uygun olmayan yaşam şartları, dünyayı kasıp kavuran koronavirüsle birlikte daha da ağırlaştı. Salgınla birlikte gelen ekonomik belirsizlik girdi maliyetlerinde dövize yaslanan çiftçinin belini daha da bükerken, yetkililer ise gıda arzını aksatmayacak ancak aynı zamanda salgının daha da yayılmasına sebep olmayacak önlemler bulabilmek için uğraştı.
Ancak uzmanların tarım konusunda geleceğe baktıklarında umutlu oldukları başlıklar da var. Koronavirüs salgını sırasında tarımla ilgili toplumdaki farkındalığın arttığına inanan uzmanlara göre Türkiye, çok iklimli olmanın sağladığı ürün çeşitliliği avantajını ileri teknoloji kullanımıyla desteklemesi, salgın sırasında doğal hayata yönelik oluşan trendi destekleyecek tarıma ve kırsal hayata dönüşü sağlayacı ve özendirici tedbirler alması halinde küresel düzeyde önemi artan tarım alanında çok daha önemli bir rol oynayabilir.
Proje Ref, Impact Hub’ın da desteğiyle Project Zoom kapsamında hazırladığı dosyada pandemide tarlada olmanın ne demek olduğunu yerinde gördü, yaşananları Türkiye’nin farklı bölgelerindeki saha çalışmalarında çiftçiler, toprak sahipleri, tarım işçileri, ziraat mühendisleri, akademisyenler ve sivil toplum temsilcilerinden dinledi.
Gazeteci Gonca Tokyol ve foto muhabir Osman Örsal’ın Türkiye’de tarımın güncel durumunu, tarımı bugüne getiren olumlu ya da olumsuz politikalar ile uygulamaları, gelecekte bizi nelerin beklediğini Türkiye topraklarından, o topraklarda yetişen ürünlere elleri değenlerden dinleyerek derledikleri dosya Aralık ayı sonundan itibaren okuyucularla buluşacak.
Tarım başlığına odaklanırken konuyu küresel iklim değişikliği, sürdürülebilirlik, göç ve toplumsal cinsiyet eşitliği açılarından da ele alan Proje Ref, röportajlar, photo-storyler ve insan hikâyeleri aracılığıyla, toplumun daha geniş kesimlerini hayatlarını tohumdan tabağa hem ekonomik hem sosyolojik hem de kültürel olarak etkileyen topraklar konusundaki ilgisini artırmayı amaçlıyor.
Adana’nın hasta olduğunu saklayan mevsimlik tarım işçilerinin, sokağa çıkma yasakları döneminde tarlasındaki ürünü nasıl kaldıracağını kara kara düşünen narenciye yetiştiricisi Kemal Uslu’nun, düğünlerin iptal edilmesi yüzünden bu yazı da evlenemeyip bu yazı da tarlada geçiren Nesibe’nin ve hem onları hem de hepimizi besleyen toprakların hikayesini, o topraklarda neler yaşandığını okumak, Türkiye’de tarımın durumuna biraz daha yakından bakmak isterseniz, Proje Ref’te buluşuruz!